Youtube tuhaf bir play list yapmış benim için, bir oradan bir buraya götürüyor. Bu blogu açalı aşağı yukarı bir yılı biraz geçti, tam doğum günü olmasa da hazır şarkılar da yardım ederken birkaç şey not düşmek istedim buraya. Bana kalırsa hiçbir şey vaat etmeyen bu yazıyı okumamak daha mantıklı.

Aslında buranın açılması benim hayatımda yaşadığım büyük bir kırılmanın sonucu gibiydi, bilemiyorum. Ankara’dan İstanbul’a pek de beklemediğim bir anda gelişim ve sonrası hayatımda yaşadığım değişikliklerin sonucu gibiydi.

Teknik birkaç şeyden söz etmek istesem de üşeniyorum. Esasında site açıldığından beri pek fazla değişmedi. Arayüze eklenen birkaç yeni eklenti, değişen menüler gibi kısır detayların pek önemi yok. Hele çalan şarkılar böyle devam ettiği sürece konuşmanın anlamı da yok. Ama site benimle beraber gelişecek gibi duruyordu, pek öyle olduğunu söyleyemem.

İnsanların kırılma dönemleri sancılı oluyor, genellikle birkaç ay, belki birkaç hafta, kimisi için yıllarca iyileşmeyen yaralar gibi. Ne zaman kabuk bağlanacağı belli olmuyor. Ama insanın hayatında yeniliklerin olması iyi bir şey gibime geliyor, herkes öyle olduğunu söylüyor.

İçerik olarak çok kişisel bir yer olmasını istemiyordum. Özellikle gezi yazılarına ağırlık vermeyi istemiştim ama bu konuda pek aktif olduğumu sanmıyorum. Hala yazabiliyorken yazmak gerek, kişisel konuları genellikle “uydurma” hikayeler arasına sıkıştırmaya çalıştım. Böyle olmasını seviyorum, daha rahat yazabiliyorum.

Gazozları içmeyi de, yazmayı da seviyorum. Aslında isteklerimden biri de Türkiye’deki tüm faal gazoz fabrikalarına gidip sahipleriyle konuşmak, sonra da bunları bir kitapta toplamak. Ömür o kadar uzun mu bilemiyorum ama gazoz konusunda yazmaya gayret etmeye devam edeceğim. Zaten hali hazırda istediğim kadar kitap okuyamıyor, gezemiyor, fotoğraf çekemiyorken ağzımızın tadı da kaçmasın.

İşin aslı bunların hiçbir önemi yok denilebilir. Aylardır içimden gitmeyen bir bıkkınlık, bıkmışlık, boş vermişlik gidiyor. Yalnızca kendimin farkettiği üzere buraya yazarken aldığım keyif de kaçmış durumda. Tamamen kişisel gibi bir şey duruyor. Buranın sonu da diğerlerine benzeyecek.

Yoksa mutsuz olduğum, tamamen dibe vurduğumla alakalı şeyler olduğunu sanmıyorum. Sahi, o kadar kötü durumdayım ki, bazen bırakın evden çıkmayı, odadan çıkmayı istemiyorum, dışarı çıkıp neden dışarı çıktığımı unutuyorum, boş boş dolaşırken neden orda olduğumu unutuyorum. Hep meşgulüm sorarsan ama hiçbir şey yaptığım yok, koca bir boşluk. Boşa geçen birbiri ardına günler.

Bir boğulma hissi var her gün beni daha da içine hapseden. Hayatta en mutlu olduğum anlar tatile çıktığım zamanlardı. Artık evden adım dahi atmak istemiyorum. Gittiğim yerlerde kalamıyorum, boğulma hissi dayanılmaz bir hal alıyor. Bir gün, birkaç saat, sonra geçiyor. Haftalarca beklediğim bir şeye bile tepkim eh oluyor haliyle. Hala kaldıysa arkadaşlarıma zaman ayıramıyorum, ayırdığım zamansa çoğunlukla enerjilerini bitiriyorum, kendime faydam olmadığı gibi başkalarına da zarar veriyorum. Her gün yeni bir karar alıp sonraki günlerde bilinçli bir şekilde gerçekleştirmiyorum yapmam gerekenleri. Bir bırakmışlık ki, sorma.

Sanırım ben kaybettim. İstanbul’un bilinmezliği yuttu beni. Ankara’dan cebimde tereddütlerim ve biraz umutla gelmiştim İstanbul’a, dönüp geçen 3 yıla baktığımda kaybettiğimi, yenildiğimi görüyorum. Geriye yaşama sevincini yitirmiş, her geçen günün diğerinden farklı olmadığı, mutsuz, İstanbul’un zombileştirdiği diğer insanlara benzeyen biri kalmış. Giderek tahammülsüzleşen, belki kabalaşan. Yaşadığı hayata ne renk, ne de farklılık katamayan biriyim. Ne geriye dönecek cesaretim ve ne de burada kalmaya yetecek kadar enerjim var. Herhangi bir yer benim için doğru değil. Sistemin çevirdiği çarklardan biri olup çıktım.

Uzun zaman boyunca bu durumu düşündüm. Ya da aslında hiç aklıma bile gelmedi ama ben öyle sanıyorum. Bana acıyanlar da oldu, her şeyini at diyen de. Haklıydılar. Kimilerine göre ise her zamanki gibi abartıyordum, güzel bir hayatım vardı. Anlamadılar. Her gün nefes almakta zorlanırken, karşı koymakta başarısız kaldım.

Bugünlerde hayatımdaki yüklerden kurtulmaya çalışıyorum. Anılar, eşyalar, neyse. Anı biriktirmek zordur, unutmak diye bir şey söz konusu olamaz, inkar da edemezsin. Sadece saklayabilirsin. Ama bu kolay değil, yoruyor, canımı yakıyor, üzüyor. Sonrası bilindik kendini tekrarlayan hikayeler. Daha fazla uykusuzluk, daha fazla mutsuzluk. Menevi yükü çok ağır bi’ yük bu, kurtulması, geride bırakması zor. Böyle olunca her şeyden kaçıyor insan, yeni olan her şeyden/herkesten. Kendini tekrar eden kısır bir döngü içinde gibiyim. Ne kendimi ifade edebiliyorum, ne de susabiliyorum. Bir çaresizlik. Giden hep başkası oluyor, kalan hep benim.

Diğer yandan hayatımdaki meta’lardan kurtulmaya çalışıyorum. En azından bunu yapabilirim. Bu gerçeklik ve hayal arası bir yerde yaratmış olduğum dünyayı yıkmam gerekiyor. Daha basit ve sade yaşamaya çalışıyorum. Az tüketip daha çok üretmeye çabalıyorum. Toplumun dayatmış olduğu tüketim kültüründen bir şekilde sıyrılmaya çalışıyorum. Artık insanları sevmiyorum, eskiye özlem duyuyorum ama geçmişte nelerin kaldığını hatırlayamıyorum. Bu durum beni daha da yalnızlaştırıyor belki ama başka bir çözüm göremiyorum. Yeni insanlar beni daha da mutsuz ediyor. Unutmadan artık sigara dumanıyla halka bile yapabiliyorum! Bir insan daha ne ister anlamıyorum.

Deniz kenarına daha sık iniyorum. Kim ne derse desin deniz havası, rüzgar her zaman iyi geliyor. Ah bir de bisikletim yanımda olsaydı eğer, atladığım gibi arkama bakmadan uzaklaşırdım belki de, gitmediğim yerlere gider, dinlemediğim şarkılara eşlik etmeye çalışırdım, hayal kurmanın getirdiği özgürlük ile, hiç bırakmazdım.

Sonuçta hepimiz insanız, durup düşündüğümüz zamanlar olmuyor değil, neden işler hep aksi gidiyor diye. Bu anlardan birini düşünüyorum mesela, insanlar birilerinin hayatına girerken de çıkarken de dikkatli olmalı. Sıradan arkadaşlıklardan söz ediyorum. Sonrasını yaşamadığım için bilemiyorum ama bu kadar kolay olmamalı, hiçbir şey olmamış gibi gitmemeli. Eski defterleri karıştıracak değilim, pek fayda sağlamayacağı açık. Ama dedim ya neticede insan gibi bir şeyiz hepimiz, duygularımız var, kırılıyor, üzülüyor, tekrar kırılıyoruz.

Halbuki daha batırılacak çok güneş, gezilecek çok yer, okunacak kitaplar, dinlenecek şarkılar, izlenecek filmler vardı; hiç yapılmamış pastalar, yürünmemiş yollar, tutulmamış eller, içilecek ve yenilecekler vardı; böyle şeyleri kim ister, değil mi. Dönüp dolaşıp aynı çıkmaza giriyorum, yol hiçbir yere gitmiyor, halbuki yol asla bitmezdi, bitmemeliydi.

Tabii ki bunların hepsi benimle alakalı ve sizi ilgilendirmiyor olabilir, ama insan işte, gerçekten hayret ediyor.