İçinde olunmak istenen kitaplar vardır tıpkı yazılmak istenen kitaplar olduğu gibi. Galata, Pera ve Beyoğlu’nun tarihinden bugününe dek yaşadığı dönüşümü anlatan bu güzel kitap benim için ikinci seçeneği oluşturuyor.

Mimariye, binalara, sokaklara duyduğum sevgiyi anlatmaya gerek yok. İnsanlar, yaşanmışlıklar, hatıralar… Tarihi dokusu korunmuş bir sokakta yürümenin keyfini çok az şeye değişirim, sadece yürümek bile mutlu etmeye yetiyor bazen. Ne yazık ki böyle yerler ülkemizde çok az kaldı. Kalanlar da her geçen gün yağmalanmaya, ranta kurban edilmeye devam ediyor. Eski binalar yerlerini yüksek katlı binalara, alışveriş merkezlerine bırakırken sağ kalan birkaç tanesi de kimliğinden, insanlardan koparılıyor, ya bir otele dönüşüyor ya da bir markanın mağazası oluyor. Bunun en iyi örneğini de Beyoğlu’nda her geçen gün görüyoruz.

Neredeyse her gün önünden geçtiğim Şişli – Harbiye – Tünel rotasında yapılan bina katliamları içimi yedikçe ben de içimi yiyordum. Ha bugün, ha yarın derken en sonunda Kaybolan İstanbul (http://www.hayalci.co/kaybolan-istanbul) başlıklı bir yazı yazarak içimdeki mutsuzluğu eksik de olsa yüzeysel bir şekilde anlatmıştım. O sıralar fark ettim ki aynı isimde aynı konu üzerine odaklanan bir fotoğraf sergisi ve bir mimar tarafından yazılmış bir kitap var, açıkçası aynı mutsuzluğu yaşayan insanlar olduğunu görmek mutlu etmişti beni.

Bu kitaba dönecek olursak, Osmanlı öncesi dönemden, ilk yerleşimlerden başlayarak günümüze kadar geçen sürede Galata, Pera, Beyoğlu bölgesinin hayat hikayesini sunuyor okuyucuya. Dolayısıyla oldukça detaylı bir çalışma var karşımızda. Temel olarak bu üç bölge aynı yeri ifade ediyor aslında. Tarihte henüz Galata tepelerinde yerleşim başlamamışken Galata bölgesi Haliç’in karşı kıyısını ifade etmek için kullanılıyordu. Fetih sonrası “karşı kıyıda/yakada” başlayan yerleşimle beraber Pera adıyla farklılaştı ve en sonunda Beyoğlu tüm semtin/ilçenin adı oldu.

Kitap anlattığı tarihi süreçten sonra yürüyüş rotaları üzerinden devam ediyor. Beyoğlu semtini tamamen çevreleyen farklı yürüyüş rotalarıyla sokakların, binaların hikayeleri sunuluyor okuyucuya. Ancak kitabı güzelleştiren şey sadece bununla sınırlı kalınmaması.

Binaları, sokakları anlatırken dönemin siyasi ortamından, ticaret ilişkilerine, sokaktaki insanlarına kadar her detaya yer verilmiş. Kitabın içinde 1970’lerde kendini Beyoğlu’nu temizlemeye adamış bir polise de denk geleceksiniz, ünlü genelevlerde çalışan hayat kadınlarına da. Ya da yolunuz şık bir kafede garson olan Rus güzeliyle kesişecek. 6-7 Eylül ve Varlık Vergisi gibi tarihimizde kara leke olarak kalacak olaylar sonrası değişen Beyoğlu’na tanık olacaksınız.

Kitap sadece bugünkü tarihi binaları anlatmakla yetinmiyor. Yeni, modern görünümlü binalardan önce oralarda yer alan binaları ve hayatları da aktarıyor okuyucuya. Çalışmak için Fransızca bilmenin zorunlu olduğu eczaneden dönemin sanatçılarının mesken tuttuğu kafelere, dünyaca ünlü siyasetçi, sanatçılara ev sahipliği yapan otellere kadar her şeyi öğreneceksiniz.

Taksim isminin nereden geldiğini, Emek Sineması’nın önceki halini, Cite de Pera’ya neden Çiçek Pasajı dendiğini okuyacak, yıkılan, ranta kurban edilen otelleri, binaları öğreneceksiniz. Kısaca sahip çıkamadığımız değerleri bir kez daha anma fırsatınız olacak. Bunu yaparken yazarların peşine takılacak onlarla beraber sokaklarda yürüyecek, aynı kafelerde kahve içecek, aynı meyhanelerde sarhoş olacaksınız… Markiz Pastanesi’nden, Pera Palas’a, Fransızca’dan Türkçe’ye geçişe, tarihteki büyük yangınlara, Tünel’e… Her şeyi içinde bulacaksınız.

Benim burada yazmaya gayret ettiklerim kitabın çok az bir kısmından ipucular içeriyor. Gerçek anlamda bina bina anlatılan büyük bir hayat hikayesi saklı bu kitapta. Şimdiye dek bu yönde bir çalışma yapılmaması büyük bir kayıp. Dolayısıyla bir teşekkür de yazarlarına ve Yapı Kredi Yayınları’na gerek… Harita ve fotoğraflar konusunda azıcık eksik kalınmış gibi duruyor ama büyütülecek bir şey yok. Aslında sokaklarda kaybolmanın kötü bir yanı yok çünkü her sokağın kendi hikayesi ve hatıraları var, ötesinde o güzel insanları…

Sanıyorum aynı konuda Said Naim Duhani’nin “Beyoğlu’nun Adı Pera İken” adlı bir kitabı var, 1970’lerde yazılmış, kitap zaten Said Naim ile yola çıkmış denilebilir, ondan büyük derecede yararlanılmış, anıları birebir anlatılmış. Said Naim ile beraber daha birçok kişinin birinci ağızdan anlattığı hatıralarla kitap gerçekten oldukça değerli bir yere geliyor. Aslında Said Naim’in hikayesi bile kitabı okumak için yeterli bir neden. En kısa zamanda onun kitabını da okumak istiyorum. Bu belgesel niteliğindeki kitabı yazanların yabancı olmasını başlarda ironik bulsam da yazan isim Brendan Freely olunca bu hemencecik geçti, kendisi hakkında küçük bir araştırma yapabilirsiniz. Bir teşekkür de kitabı çeviren Yelda Türedi’ye… Ayrıca bu kitabı aldığım gün Aydın Boysan ustanın Nereye Gitti İstanbul? kitabını da edindim, onun da benzer duygularla yazıldığına eminim. Onu da merakla okumayı bekliyorum.

Son birkaç şey söylemek gerekirse, mimariyi, tarihi, binaları, sokakları, insanları, hatıraları, yaşanmışlıkları ya da şöyle söyleyeyim Beyoğlu’nu seviyor ve her geçen gün artan rant nedeniyle rahatsızlık duyuyorsanız sizi bekleyen harika bir kitap var. Böyle kitapların yaygınlaşması belki toplum olarak yaşadığımız bu dönüşümü sorgulamamıza da sebep olur, kim bilir belki de hala umut vardır.

Unutmadan, kitabı okuyacak olursanız insanlara önerin, hissettiklerinizi paylaşın, benimle ya da bir başkasıyla…