İşin aslı benim de kesin bir fikrim yok. Ama bildiğim bir şeyler var elbette. Mesela yazmamanın kötü bir şey olduğu gibi. Üniversite yılları boyunca bana eşlik eden sevimli blogum selcjk.com ne yazık ki göz yaşları eşliğinde kapandığından beri oyalanacak bir şeylere ihtiyacım vardı. Aslına bakarsanız sosyal medya deneyi insanları kendine hapsederken bir yandan da blogları öldürüyor. Ekşi Sözlük biraz dizginliyor gibi oluyor ama oraya da her şey yazılmıyor ki be kardeşim, bir de yılların klişesi olarak Sözlük’ün berbat bir hale dönüşmesi insanı yeni arayışlara itiyor. Dolayısıyla tekrar gelen yazma hissine şaşmamak gerek. Bu iyi bir şey bence, neden olmasın. İşin aslı bu durum aylar öncesine dayanıyor ama ancak somutlaştırma biraz uzun sürdü.

Bizler kumanda uzakta olsun o gün TV izlemeyen insanlarız, bir şeye tamam dedik mi yola koyulmak çok uzun sürebiliyor. Halbuki hayal kırıklığı ile sonuçlanan GittimGezdimYedim çok güzel şeyler vaat ediyordu ama beklediğim heyecanı yakalayamadım.  Bir  de ismin çizdiği çerçeve dışına çıkamama riski korkunç gelmeye başlamıştı. Dolayısıyla her zaman ki gibi hayallerime sarıldım.

Nasıl bir amaca hizmet edeceğini bilemediğim Hayalci benim için güzel bir uğraş olacak. Bu süreçte olabildiğince çok şey paylaşmaya gayret edeceğim desem de çok ümitli olmamak gerek. Hayat bu belli mi olur. Ama şu an arka planda çalan 90’lar mix kasedinden mi bilemiyorum bir yazma hissi geldi ki anlatamam. Bir de yaklaşık 10 yıldır aileden uzakta yaşayan bir birey olarak göz attığım eski video ve fotoğraflar insanın kendisini mutlu eden şeyleri ve anları bir şekilde bir yerlere kayıt etmesi gerektiği gerçeğini bir kez daha yüzüme vurdu. O yüzden şeyler ve hayaller çok önemli. Örneğin 1992’den kalma bir görüntüde genç Murat Eray’ın “Ben mor gözlü canavarım” diyerek böğürmesine karşın benim ellerimle yüzümü çizdiğim (muhtemelen Freddy Krueger’dan “ötürü”) anı -eğer görebilirsek- kendi çocuklarımıza izlettirdiğimizde -en azından bir amca olarak ben yeğenlerime gösterebilirim, aha babanızın gerçek yüzü bu diye- ortaya çıkacak duyguyu tarif edemiyorum. Hatırlamalı ve yazmalı.

Evet, ne diyordum, dolayısıyla ne var ne yok her şey burada olsun istiyorum. Kitaplar, filmler, oyuncaklar, hatıralar, eski günler, yeni hatıralar, koleksiyonlar. Bir hayat hikayesi işte, ne fazla ne eksik. Eski yazdığım blog çok fazla kişisel yazılar içerdiği için seyahat notlarımı ve lezzet keşiflerini yazma isteği duymuyordum pek. Ancak Hayalci’de bol bol gezi ve yemek yazıları paylaşmaya gayret edeceğim.

Arada sırada çalıştığım şirketin seyahat blogu için yazdığım -o yazılara ulaşmak için sağ menüye bir link ekledim, sonuçta üşengeçlik diye bir şey var.- ve eski blogtan burada olmasını istediğim yazıları -istediğimden emin değilim.- kopyala yapıştır yöntemini kullanmak suretiyle keyifle ve üşenmeden yayınlayabilirim.

İşin aslı 1 yıldır bitiremediğim bir tezim var ve bitirmemeye devam edersem askere gidiyorum yeni yılda. İnanın çok rahatsız edici bir durum, şöyle özetleyeyim, onu düşünmekten ne doğru dürüst kitap okuyabiliyorum ne de yediğim hamburgerlerden zevk alıyorum. Yaşamanın anlamı yok gibi. Düşünün durum bu kadar vahim. Dolayısıyla tüm bu yazdıklarım hayal ürünü olarak kalabilir. Bilemedim. Tabii ki aslında bunların tamamı benimle alakalı, sizi ilgilendirmiyor olabilir. Ama hayat işte, insan gerçekten hayret ediyor.

Selam ve sevgi ile,

Eylül 2014 – İstanbul