İçinizi ısıtan, salondan çıkarken mutluluktan gülümsediğiniz filmler vardır. Sorduklarında nasıl bir film izlediğinizi de anlatamazsınız, tadı damağınızda kalmıştır. İşte böyle bir film Pek Yakında. Yüzünüzden tebessüm eksik olmadan güzel bir 2 saat geçiyorsunuz.

Şüphesiz ki işin içinde Cem Yılmaz olunca acaba bir komedi filmi ile mi karşı karşıya kalacağız diye düşünüyorsunuz. Ama durum pek öyle değil. Öyle olmak zorunda da değil, nedense bir beklenti var, Cem Yılmaz ne yaparsa yapsın, komedi unsurları ön planda olmalı diye. Hiç katılmamakla beraber Cem Yılmaz filmlerinden en çok Hokkabaz’ı sevdiğimi eklemeliyim. Pek Yakında’da da aynı hisleri yaşayacaksınız.

İçinde komedi unsurları olan romantik ama dram yönü ağır bir film duruyor karşımızda. Hokkabaz’da dram yönü daha ağır basıyordu tabii ki, burada ise romantizm ön plana çıkarılmış ve alttan alttan hüzün aşılanmış. Yapılan göndermeler filmi kocaman bir tebessümle geçirmenize sebep oluyor. Ürün yerleştirme konusu acaba bir ironi olarak mı vurgulanmış bilmiyorum ama repliklere dahi girmesi bana kalırsa filmin tek eksi yönü.

Karakterlere gelince, Cem Yılmaz’ın duygusal yönünü çok seviyorum. Eşinden ayrılmak istemeyen adamın hüznünü ve çaresizliğini o kadar güzel gösteriyor ki, üzülmemek elde değil. Aynı zamanda eşine olan sevgisini sulanmak üzere olan gözlerinde hissediyorsunuz. Ama bana kalırsa Cem Yılmaz’ın karakteri başrol olsa da yan karakterler inanılmaz zenginleştirmiş filmi.

Öncelikle Zerrin Tekindor’un canlandırdığı Meral karakterinin önünde saygıyla eğilmemek mümkün değil. Yeşilçam’ın alkolik vamp kadını daha güzel hayat bulabilir miydi? Sanmıyorum. Cengiz Bozkurt’un Suat’ı, Zafer Algöz ve Çağlar Çorumlu’nun Ahben ve Zeki’si ise filmi alıp başka bir noktaya götürüyor. Hayran olası. Ayşen Gruda’yı unutacak değiliz, keşke azıcık daha işin içine girseydi, belki sette onu da görsek ne kadar güzel olurdu, olmaz mıydı?

Tülin Özen ise tek kelimeyle “duru” Yıllar önce bir dizide kendisini ilk defa gördüğümde hafif tabiriyle “şok” geçirmiştim. zarafetinden hiçbir şey kaybetmemiş. Gözleri gülen insanlar vardır. Konuşmasına gerek yoktur, gözlerine bakarsınız ve mutlu olduğunu, çevresine pozitif enerji yaydığını anlarsınız. İşte Tülin Özen tam olarak bu hissi izleyiciye veriyor. Bir insan nasıl sadece durur ve zariflik dersi verir görüyoruz. Giydiği kıyafetler ise zarifliğinin yanında gölgede kalsa da güzel Yeşilçam filmlerini anımsatıyor.

Hepsinin ötesinde bu filmin hatırlattığı başka değerler var.  Farkında mısınız Türkiye’de şöyle doğru düzgün bir sinema müzesi yok. Yalnızca Türker İnanoğlu Vakfı’nın fotoğraf ağırlıklı bir müzesi var. Ona da şükür mü demeliyiz, yoksa ülkemizde doğru düzgün ne var ki mi demeliyiz bilemiyorum. Ama düşünsenize böyle bir proje gerçekten harika olmaz mıydı?

Hayatımda şeylerden daha çok sevdiğim bir şey yok. Bu film de bize sanırım o eski şeyleri hatırlatıyor. İzlerken küçük bir tebessüm etmemeniz olanaksız, ama buruk bir tebessüm bu. Ejder abinin dükkanından söz ediyorum. Turist Ömer’in şapkasından, Badi Ekrem’in eşofmanına, Gulyabani’nin kendisine kadar… Orjinalleri mi yoksa benzerleri mi bilemiyorum, Cem Yılmaz’a sordum, cevap verirse ben de burayı güncellerim. Geriye dönüp bakınca yüzlerce harika filmimiz var, bu filmlerde kullanılan kıyafetler, objeler… ne bileyim işte adını siz koyun. Toplanması mümkün olsa, ortaya olağanüstü bir müze çıkmaz mı?

Ne diyordum, çok keyifli bir film. Cem Yılmaz’ın yaptığı en sıcak hikayelerden biri. Böyle güzel şeyler ortaya çıkınca insan sevinmeden edemiyor. Ben de çok sevindim, siz de izleyin, siz de sevinin bence.