Ağır adımlarla yürümesi bile sendelemesine engel olmuyordu. Sabaha kadar çalışmanın verdiği yorgunluk attığı her adımda katlanıyordu sanki. Henüz otuzlarına bile varmamış bir adam için oldukça yaşlı hissediyordu kendini, her zaman yürüdüğü yolu yürüyemeyecek haldeydi.

Metroya doğru yöneldi adam, gişelerden geçmesiyle kendini karmaşanın içinde bulması bir oldu. Etrafı koşuşturan ve bir yerlere yetişmeye çalışan insanlarla doluydu, o hiç bir yere yetişmeye çalışmazdı. Ya erken gider ya da yetişmeye çalıştığı bir yer olmazdı. Yanından geçerken çarptıkları için özür dilemeye bile vakitleri olmayan insanlar arasında kaldı. Bir başkası söylene söylene arkasından yürüyordu, metronun hareket etmesine iki dakikanın kaldığını ve acele etmesini söylüyordu.

Yürüyüşünü bozmadı merdivenlerden ağır ağır indi. Yanından koşarak inen ve kendisine çarpan insanlara aldırmadan yürüdü. Sadece iki dakika sonra kalkacak diğer seferi bekleyemeyecek kadar acelesi olan insanları düşündü. O iki dakika neleri değiştirebilirdi acaba, hiçbir zaman iki dakikanın değiştirebileceği bir hayata sahip olmadı. Bu his içini ürpetti, ama düşünceyi aklından kovamadı.

Durağa geldiğinde tren gitmişti, az önceki gürültülü ve acelesi olan kalabalık yerini kendisiyle beraber üç beş kişiye bırakmıştı. Son birkaç saniye ile trene binemeyenler lanet okumakta haklı olduklarını düşünüyordu. Birisi pastanedeki çırağın yavaşlığından, diğeri de biletçinin acemiliğinden geç kalmıştı çünkü…

Az sonra sessizlik kayboldu ve insanlar yeni gelen trene akın edercesine bindi. İlk durakta olmasa o koşuşturmaca içinde oturacak bir yer bulamayacaktı ama neyseki son birkaç koltuk boşken hareket eden trene binebildi.

Başını cama yasladığında gecenin yorgunluğuna dayanamayan göz kapakları kapandı.

Birkaç durak sonra açılan kapı sesiyle irkildi, gözlerini ovuşturarak trenin hangi durakta olduğunu kontrol etti. Tren O’nun bindiği duraktaydı ve önce sesini duydu, sonra da O’nu gördü.

Gri metal düğmelere sahip lacivert kadife bir ceketi vardı. Boynuna gri bir şal dolamıştı. Kemik çerçeveli siyah bir gözlük takıyordu. Güzel bir gülüşe sahipti.

Dişleri çok güzeldi, elleri bakımlı ve zarifti. Parmakları ince ve narin gözüküyordu. Adam kafasını yasladığı camdan doğrulmuş sesin geldiği yöne, tam karşısına bakıyordu. O bir arkadaşıyla binmişti, yüzü adama dönüktü.

Ve o an bir hayale şahit oldu adam. Türkiye’nin tüm sahillerini gezmekti hayali. Bir arabaya atlayıp bir ay boyunca her yeri gezmek, kasaba kasaba dolaşıp çok az kişinin bildiği yerleri görmek istiyordu belli ki.

Adam elinde olmadan gülümsedi bu hayal karşısında, kendi hayalleri geldi aklına, ertelediği planları, hiç çıkamadığı seyahatleri. Gülümseyerek destek oluyordu sanki, durma git dercesine. Sadece dikkat edenlerin farkedebileceği bir gülümsemeydi bu, daha sonra bir de utangaç bakış izledi ardını.

Gülümseyen adam farkedildi, birkaç saniye dikkatli bir bakışa uğradı. Bu dikkatli bakışın altında biraz şaşkınlık, biraz da merak vardı. Adam aynı şaşkınlıkla buruk bir bakışla karşılık verdi, o andan sonra bakışları birkaç kez daha kesişti. Bir yandan arkadaşıyla konuşurken bir yandan da adama bakıyordu, gözlerin kesişmesini kaçamak bakışlar izledi.

O an bir hayal başlamıştı, birbirini tanımayan iki insanın bakışlarıyla konuşması. Metroda yaşanan aşkların ömrü birkaç durak olur. Adam konuşmak istedi belki de, içinden kararlı bir şekilde tekrarladı bunu, hiç olmazsa bakışlarıyla anlatmalıydı O’na bu durumu. İneceği durak yakındı, acaba O da iner miydi peşinden, O da dahil olur muydu bu hayale?

Durağa geldi, kapı açıldı, adam inmek için bir hamle yaptı, inmeden arkasına baktı, bir hoşçakal bakışı…

Hayaller masallarda gerçek olur, yine masalların hayali gerçekliğin acımasızlığı karşısında kaybetti.

Adam indi ve hayatına bir yabancı olarak devam etti, dünyada O’nun gibi birinin yaşadığını bilerek geçirmesi gereken hayatın ilk dakikalarına…

Başka bir durakta, başka bir hayalde karşılaşana dek…